Ortaokuldaydım sanırım. Ertesi gün en önemli iki dersimden sınavım vardı (bak şimdiki aklımla soruyorum, neye göre önemli? Ne oldukları kalmamış aklımda ‘en önemli’ oldukları kalmış), odamda tüm sükunetimi kaybetmiş bir şekilde bir birinin bir diğerinin defterini karıştırıyorum. Bir boğulma hissi yaşarken babam odaya giriyor, ne yaptığımı soruyor. Bir anda gözyaşlarına boğuluyorum, ‘yarına 2 sınavım var, hangisine çalışacağımı şaşırdım, üstelik saat da geç oldu… ‘ diye söylenirken babam bana şöyle bir sarılıyor, ‘boşver, Fener’in maçı var unuttun mu, kalk seyredelim’ deyip göz kırpıyor. Babam boşvermiş ben boşvermişim çok mu 🙂 Hayatımda ender yaşadığım bir şey yapıyorum: suçluluk hissetmeden kalkıp onunla maçı seyrediyorum.
Ertesi gün sınavlarım hiç beklemediğim kadar iyi geçiyor.
Bu hikaye benim için hep efsane bir hikayedir. Üniversite sınavından önceki gece de çalışılmaması gerektiğine inanırım mesela, arkasında yoğun emek / çalışma olan sınavlardan önce çalışmanın sadece kafa karıştırdığına inanırım.
İnanırım ama, bu inancın nereden geldiğini de hiç bilmezdim. Ama sanırım artık biliyorum.
Fazla konsantrasyon bizi ağaca odaklatıp ormanı kaçırttırıyor çünkü. Detayda o kadar boğuluyoruz ki asıl problemi veya konuyu kaçırabiliyoruz. Veya o kadar detaya iniyoruz ki o detayın bile doğruluğundan şüpheye düşüyoruz. Fazla konsantrasyon bazen özgüvene de zarar veriyor. Çok odaklanmış bir haldeyken ‘çalışmadığın yerden’ gelen aslında son derece kolay soru bile seni nakavt edebiliyor. Sen o odakta takılısın çünkü, o odaktan başkasına hakim değilmişsin gibi hissediyorsun. Fazla konsantrasyonu astigmata benzetiyorum ben. Astigmatı olanlar deftere fazla baktığında tahtayı göremez, tahtaya fazla baktığında da defteri. Biraz bekleyip gözün ‘kendini ayarlamasına’ olanak vermeleri gerekir.
Ne zaman bir problem içinden çıkılmaz hal alsa kalkar giderim masadan, hatta odadan, olmadı binadan… Bazen çözülmemiş bir problemi 2 gün kenarda bırakırım, başka işler yaparım, ama o problem ‘fonda çalar’, takıntı halinde değil ama hakikaten anlatabileceğim en iyi tanım bu, ne çaldığının çok farkında değilsindir ama ne rahatsız eder ne susmasını istersin ya hani fon müziğinin, öyle birşey… 2 günün sonunda masaya oturduğumda 10 dakikada çözüveririm. Çünkü başka işler beni hapsolduğum detaydan çıkarmış, büyük resme çıkmama izin vermiştir.
Ve ne zaman önemli bir toplantım olsa toplantı gündemi dışında, bana iyi gelecek birşeyler yaparım, şu anda yaptığım gibi 🙂 Bu bazen de iyi bir dostla sohbet, veya seni içine döndüren bir kitap, veya sadece karanlıkta bir kahve… Tek kriter ruhuna iyi gelecek bir şey olması….
Resim: freedigitalphotos.net