Geçen gün bir arkadaşım dedi ki:
“Mutlu insanları işe alalım diyoruz İK’cılar olarak, ama o zaman farklılıkları öldürmüş, mutsuz insanların bakış açısını kaybetmiş olmuyor muyuz?”
Düşündüm uzun uzun. GE’nin efsane CEO’su Jack Welch’in birini işe alırken olmazsa olmaz kriteriydi pozitif olmak. Duyduğumda çok hoşuma gitmişti, pek sık tekrarladığım, başkalarına anlattığım bir prensipti.
Ama soru da havada asılı kalıvermişti.
Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim: her bir karar aslında bir “trade-off”, yani bir şey kazanmak adına bir şeyden vazgeçiş. Ve mutlu insanlarla, yani olumlu bakış açısına sahip, bardağın dolu tarafını gören insanlarla çalışmak adına mutsuz insanların bakış açısından vazgeçebilirim. Çünkü mutsuz insanlarla çalışınca ilk bakışta düşünülenden daha fazlasını kaybediyorum:
- Mutsuz insan kendiyle barışık olmayan, dolayısıyla da kendini mutsuz etmek için bir şekilde neden üreten insandır. Mutsuzluğu bir olaya bağlı değil, olaylar mutsuzluğuna bağlıdır aslında. Bunu kimsenin bilinçli yaptığını düşünmüyorum tabii, sadece içinde bulundukları sarmalın farkında değiller. Bugün size gelir A kişisi ile kendini kıyaslayarak ondan daha fazlasını/iyisini hakettiğini yana yakıla anlatır, A kişisini bu yönde geçtiği an takacağı bir B kişisini çoktan bulmuştur. Siz sorunlarını çözmekten yorulursunuz ama o yeni sorun bulmaktan yorulmaz.
- Mutsuzluk bulaşıcıdır. Etrafındakileri de mutsuzluğa iter. Radyoda en sevdiğin şarkı çalınca sevindiğini görür, “millet şu anda Bodrum’da tatilde, sen burada bir şarkıyla avun şekerim” deyip sizi magmanın merkezine gönderiverir. “Hava muhteşem” dersiniz “bıktım bu sıcaklardan” deyip sizin havanızı bozuverir.
- Mutsuz insan hatayı hep başkasında bulur. Hayatının, kararlarının ve tercihlerinin sorumluluğunu almaz. A kişisi ondan fazla kazanıyorsa hayat/şirket/müdür adaletsiz olduğu içindir mesela, kendisi A kişisinden az çalışıyor/üretiyor gibi seçenekler aklına bile gelmez. Öğretmen takmıştır bir kere 🙂
- Mutsuz insan çalışmayan yöntemde ısrarcıdır. A kişisinden iyi olması gerektiğine ve bunun adaletsizlikten olduğuna inandı ya, bunu değiştirmeye kafayı takar ve bununla uğraşır. Ama o arada “acaba ben birşeyleri yanlış yapıyor olabilir miyim, yöneticimle gidip konuşayım nasıl daha iyi sonuçlar üreteceğimi sorayım” demez. Kendini geliştirmek için harcaması gereken boş zamanlarını, başkalarına “uğradığı haksızlığı” anlatmakla geçirir. Mutsuz ettiğini düşündüğü ilişkisini bitirmez, işini değiştirmez. Sadece mutsuzluğunu dibine kadar yaşar.
- Mutsuz insan toplantıların ve karar mekanizmalarının arada bir geri adım atmasına yol açar. Toplantıya başladınız, ve o gün bir sorununuz var. Pozitif biri sizi o sorundan çekip çıkaracakken mutsuz insan sizi kuyunun dibine gönderir, ve kimse kuyunun dibinden başka bir konuya odaklanıp müzakere edemez.
- Mutsuz insan takım motivasyonunu düşürür. Olumlu düşünceleri söyleme ve takdir etme konusunda insanların ne kadar çekimser olduğunu biliyoruz. Ama eleştiriler hep daha kolay söylenir. Mutsuz insan sürekli eleştirecek bir şey bulduğu için takımın motive kalması zorlaşır.
Hayatta yeterince yükümüz var. Ekstra yük dağıtanlara yer açmamak da bizim elimizde.
Image courtesy of [artur84] http://www.freedigitalphotos.net
Şunu gözden kaçırmıyor muyuz? Mutluluğun ataleti yüksektir. Kişi mutluluğunu sürdürmek için durumunu korumaya çalışır. Değişime daha kapalıdır. Ne gerek vardır ki “mutluyuz, haydi hep beraber eller havaya”.
Oysa mutsuzluk hal değişikliğini gerektirir. Doğurgandır. Gelişime ve değişime daha açıktır.
Tarihin sayfalarını karıştırdığımızda hep huzursuz (mutsuz) tipler buluruz. Haksız mıyım?
Güzel soru.
Wikipedia’da ‘happiness’ aratınca (neden ingilizce, çünkü Türkçe’sinde sadece mesut yazılı, TDK’daki mutluluk tanımı o kadar iddialı ki kimse kendine mutlu demez) çıkan metinde diyor ki: mutluluk pek çok kişi için pek çok farklı şeydir – many different things to many people.
Benim mutlu insan dediğim kişi ‘pozitif bakış açısına sahip kişi’. Bence mutsuz insan tanımımız aynı değil. Sanki senin mutsuz dediğin şey ‘hayatla bir derdin olma hali’. Şöyle ki, sen huzursuz’la mutsuz’u benzer sıfatlar olarak kullanmışsın ya, bence insan hem mutlu hem huzursuz olabilir. Etrafında olup bitenlerde pek çok şeyin daha iyi olması anlamında hayatla bir derdi vardır, o nedenle huzursuzdur, ama aynı anda mutlu biridir. Eğitim sistemine kafayı takar mesela, neden çocuklar bu kadar ezberci büyüyor diye, çözüm düşünür ama onu düşünürken birden başlayan müzikle mutlu da olur.
Bu bağlamda mutlu ama huzursuz insanların daha fazla üreteceğine katılıyorum. Zaten benim tarif ettiğim mutsuz insan seninki gibi doğurgan değil, mutsuzluğuna çakılı.
Mutluluğun ataleti konusuna gelince. Yazdıkların düz mantık düşününce mantıklı geliyor. Ancak biryerlerde okumuştum (google’ladım ama bulamadım) insan için durağanlık ölümle benzer bir duygu durumuymuş, o nedenle herşey yolunda gidip sabitlenince o sabit hali bozmak için kendine dert yaratırmış insanoğlu.
Yine de bilemiyorum tabii. O muhteşem resimleri yapan, kulağını kesip zarfta sevdiği kadına yollayan Van Gogh benim saptamalarımdan çok seninkilere uyuyor 🙂