Gerçeğimizle yüzleşebilmek

Şu anda kurumsal hayatın dertlerinden biri yerine konabilirlik. Kurumsal şirket ne demek? Sen gitsen de işler devam eder demek. Subliminal bile olsa çalışanlara verilen bu mesajın yarattığı stresi düşünüyor muyuz? Bu stresi azaltmak için birşeyler yapıyor muyuz?

İlham verici bir konuşmada duydum bu cümleleri.. bu cümlelerde takılı kaldım. Bir kısmı doğruydu, evet kurumsal hayat çalışana bu mesajı veriyordu, prosedürler, iş akışları, dosyaları bilgisayarda değil ortak alanlarda tutmak, yedekleme planları… doğru. Her adım sen gidersen hayat devam eder diyordu.

Tamam kurumsal hayat bu mesajı veriyordu da, kurumsal olmayan hayat başka birşey mi diyor peki?

O sensiz yapamayacağını söyleyen ilk sevgilin nerede şimdi? Dondu kaldı mı hayatı sen gidince?

Ya da daha acımasız olayım. Öleceksin bir gün, hayat duracak mı sanıyorsun? O günden sonra rüzgar esmeyecek mi, yapraklar dallarında zarif zarif salınmayacaklar mı, her gün kahve aldığın dükkan kapanacak mı? Sevenlerin kendi hayatlarına dönmeyecekler mi?

Hayat sana doğduğun an, ben senden büyüğüm, gitsen de devam ederim diyor. İnsanın kabul etmekte en zorlandığı gerçek. Bunu kurumsal hayatın hissettirmesi normal değil mi?

Bu düşünceler uzun bir süredir aklımda olan bir yere bağlandı.

Bence kurumsal hayatın (aslında tüm hayatın) en büyük dertlerinden biri ne biliyor musunuz?

Sahtelik.

Bir gün iş ilişkisinin biteceği gerçeği yokmuş gibi sanal vaatler sunmak – sunulmasını beklemek

Hatasız kul olmaması gerçeği yokmuş gibi asla hata yapmıyormuş gibi davranmak – hatasızlık beklemek

İnsanın doğası gereği herkese aynı davranmasının mümkün olmaması gerçeği yokmuş gibi mükemmel yöneticiler beklemek – mükemmel yöneticiymiş gibi poz kesmek

Hayatın adaletsiz olduğu gerçeği yokmuş gibi son derece adil uygulamalar beklemek – adil olduğunu iddia etmek

Şirketlerde limitli yönetici pozisyonu olduğu gerçeği yokmuş gibi herkes bir gün yönetici olacak beklentisi yaratmak – bu yaratılan resme inanmak

Sayarım da sayarım…

Bir arkadaşım bir gün dert yandı bana. Hiç haz etmediği ve bol bol hastalanan bir çalışanı yine hastaymış, hastalığına inanmadığı halde kendince nazik bir mesaj atmış ama son derece kaba bir cevap almıştı. Hayal kırıklığı yaşıyordu, nasıl olur dedi, oysa ben ne kadar naziktim…

Mesajını tekrar okusana dedim, gerçekten hasta olduğunu düşünsen böyle mi yazardın?

Nezaket ile sahteliği birbirine karıştırdığımız zamanlar yaşıyoruz.

Motive etmek, kırmamak, sınır çizememek gibi nedenlerle gerçekleri söylemekten kaçınıyoruz.

Emin olun bir işe yaramıyor. Sadece cognitive dissonance sonucu kafası bulanmış insanlarla doluyor ortalık.

O yüzden bırakın patron şirketi gibi yönettiğiniz şirketi adil diye pazarlamaya çalışmayı. Bırakın bu hayatta ölüm korkusu ile başa çıkmayı öğrenmesi gereken insana işten asla ayrılması gerekmeyecekmiş gibi davranmayı. Bırakın o düşük performanslı çalışana müdür olma hayali satmayı. Bırakın sizi sürekli hayal kırıklığına uğratan çalışanınıza sahte sahte sırıtmayı…

Gerçekleri söylemek cesaret ister. Gerçekleri duymak da cesaret ister. Ancak gerçek insanı özgürleştirir. Kabul tam da orada başlar. Değişim tam da o noktada başlar…

Bir örnek vereyim. İnsan garip bir varlık. Adilim diye sürekli iletişim yapan ama adil olmayan uygulamaları olan bir şirkette hapis kalıyor ve sürekli “adilim diyorsun hadi adil davran artık” diyerek hayatını geçirebiliyor. Şirketin kendi gerçeğini kabul ettiği noktada ise, ya beklentisini düşürüyor ya da gitme seçeneği aklına geliyor.

Bazen söylenecek en insani söz, “adım Hıdır, elimden gelen budur” oluyor…

Yorum bırakın