Aşkın en büyük düşmanı görünür zaman. Uzun süreli ilişkiler yıpranır, onu görünce kalbin eskisi gibi çarpmaz olur.
Oysa zaman değildir düşman. İlişkilerin düşmanı zamanla oluşan körlük ve azalan kaybetme korkusudur.
Zaman karşındaki insanın iyi yönlerini bir çeşit ‘normalize’ eder. Alışırsın, onun dışında kim olsa öyle davranırmış gibi gelir sana. İşten çıktığında dertlerini dinler, sakinleştirir seni mesela, sana tüm sevgililer aynısını yaparmış gibi gelir. Belki de bu yüzden ‘gelen gideni aratır’. İngilizce’de harika bir deyim var bunun için: ‘take for granted’. İyilikleri normal kabul edip farkına varmamak.
İşyerinde de uzun süre beraber çalışan insanlar birbirlerinin güçlü yönlerini görmemeye başlarlar. O kadar doğal ortam gibi gelir ki yaşanılanlar. Güçlü yönlerinin ayırdına varmadığınız insanın sizi rahatsız eden yönleri gözlerinize daha çok batmaya başlar, denge bozulur. Ve bu ‘körlük’ sonucu ilişkiler yıpranmaya, iletişim sadece eleştiriye dönmeye başlar.
Zaman aynı zamanda kaybetme korkusunu da azaltır. Aşkın ilk günleri ödümüz kopar gidecek diye. Görüntümüze ve davranışlarımıza aşırı dikkat ederiz. Zaman geçtikçe özgüvenimiz artar. İlişki yayına oturur ve artık ayrılıktan daha az korkmaya başlarız. Hele evlendiysek tapu bizdedir. Ve kaybetme korkusu azalınca davranışlarımız değişmeye başlar. Gereksiz konularda büyük kavgalar çıkarmaktan, daha sert sözcükler kullanmaktan, yanında özensiz dolaşmaktan kaçınmaz olur, örneğin işyerindeki dertlerini dinlemekten sıkılırız.
İşyerinde yöneticilerde de benzer bir süreç işler. Uzun süredir beraber çalışıldığında yöneticinin çalışanını kaybetme korkusu azalır – hele de çalışan devinim oranı yöneticinin performans kriteri değilse -. Uzun süredir orada çalışıyor olması sanki hep orada olacakmış hissiyatı yaratır. Kendimize çekidüzen verdiren kaybetme korkusudur oysa. Konuşmadan düşünmemizi, kırmaktan korkmamızı, kızgınlıklarımızı frenlememizi, içimizden 10a kadar saymamızı, söylediklerimizi süzgeçten geçirmemizi sağlayan ‘kaybetme korkusu’dur. Kaybetme korkusu azalınca yöneticinin çalışanının algısına verdiği önem düşer.
E bir de omzundaki apoletleri var, davranışlarına giderek daha az dikkat etmeye başlar:
Dilek Yıldırım Akgün’ün yaşanmış koçluk hikayelerini anlattığı ‘Biri Beni Dinliyor’ kitabından…
Giderek çalışanları sessizleştiğindeyse bunu uyum olarak algılar. Oysa sessizlik her daim tehlikelidir. Aklından geçeni bilmezsiniz, ve çoğu zaman sükut hiç de ikrardan gelmez.
İşin en acıklı tarafı da, işe yeni aldığı çalışana hiç de diğerlerine davrandığı gibi davranmaz…
[…] yöneticilerin çalışan motivasyonu için yapacağı çok iş var, ki blogumda bol bol bunlara ( 1 , 2 , 3 ) değiniyorum. Ancak çalışan kesimin de kendi iş tatmini için herşeyi şirketten […]