Barcelona gözlemlerinden süzülen liderlik yansımaları

Uzun zamandır görmek istediğim Barcelona’da efsane mimar Gaudi’nin eserlerinin güzelliğinin beni beklediğini biliyordum bilmesine, ancak bu kadar çarpılacağımı kestirememiştim. Her bir mekan beni gerçeküstü bir rüyanın içerisinde geziyormuşçasına etkiledi, aynı zamanda da bu rüyadan liderliğe dair sorular sızdı günlük hayatıma.

Gaudi ‘ışığı bir mimari öğe’ olarak kullanmış, doğadan ilham almış, renkleri en canlı halleriyle kullanmaktan çekinmemiş ve sıradan/standart ‘düz duvar’ları reddetmiş. Aşağıda gördüğünüz fotoğraflar benim favorim olan ev Casa Battlo‘dan. Duvarları kıvrımlı, camları güneşin ışık oyunlarını zenginleştirmek için renkli. Çatısı ejderhanın sırtı ve ona saplanmış kılıcın sapından esinlenerek yapılmış.

IMG_2061-0

IMG_2063

Bu fotoğraf ise evin içi. Gaudi yukarıdan aşağıya ışığın azalarak inişini dengelemek için seramikleri giderek açılan tonlarda kullanmış, pencereleri de büyütmüş.

IMG_2062-0

Aşağıdaki figür bir diğer ev La Pedrera, nam-ı diğer Casa Mila’nın çatısından. Kırık şişe camlarından oluşuyor.

IMG_0006

Gelelim benim aklıma gelen sorulara:

Gaudi’nin sıradışı hayalgücü ve sanatı tartışılmaz. Peki bu sıradışı hayalgücüne hayat bulmayı sağlayan gizli kahramanlar?

Aramızda kaç kişi evini yaptıracak olsa kıvrımlı duvarlara itiraz etmeden durabilir? Elalem yamuk bunlar der demeden durabilir?

Kırık cam şişelerinden bir sanat eseri çıkacağına inanabilir?

Sorunun daha neti şöyle:
Hayatımızda kaç kişinin o an yaptığı işte tüm yaratıcılığını kullanmasına koşulsuz izin verebildik? Kaç kişiye bu kadar inanabildik, teslim olabildik?
Acaba olsaydık ne eserler çıkardı?

Acaba yönettiğimiz ekiplerde işin tümünün sorumluluğuyla beraber birine verip iyisiyle kötüsüyle arkasında durabilsek ne farklı işler çıkardı? Acaba öğrenilmiş çaresizlikleri geçiremediğimiz için cesur cehaletle girişilen nasıl yeni yollar görünürdü?

Binanın içinde kızımla yürürken bir an rüyadan gerçek hayata geçtim, onun (ve ekip arkadaşlarımın) yaptıklarına müdahale ettiğim her an için pişmanlıklar içine düştüm, sonra olumlu taraftan bakıp en azından geleneksel Türk anne/yönetici prototipine göre hiç de fena değilsin deyip kendimi toparladım, sonra bıraktım rüya beni geri içine aldı…

Gezinin ilerleyen günlerinde Park Güell’e gittiğimizde yine şaşkınlık ve hayranlık içinde etrafı seyrediyordum. Seramikleri parçalamış ve uyumsuz seramiklerden yepyeni bir uyum elde etmişti Gaudi.

IMG_0007

Ve tabii 1880lerde başlayıp ölümüne (1926’ya) kadar uğraştığı, bugün hala bitirilemeyen Sagrada Familia. Güzelliği ve görkemi fotoğraflara sığmıyor, sakın fotoğraflara bakıp da oradaki gerçekliğin gördüğünüz üden ibaret olduğunu düşünmeyin. Ben fotoğrafa sığdıramayınca tekrar aynı hissi yaşayabilmek için bir küçük video çektim:
Sagrada Familia
Tekrar aklıma gizli kahramanlar geldi Gaudi’ye bu geniş oyun alanını bahşeden.

Ve tabii yeni sorular 🙂

Herkesin düz duvar yaptığı, seramikleri uyum içinde birbiri ardına kullandığı, simetriye yatırım yaptığı bir dünyada Gaudi’nin kendine nasıl bir inancı vardı ki bu ‘hiçbirşeye benzemeyen’ mekanları yaparken içi ‘ya beğenmezlerse’ diye titremedi?

Mesela ben, en son ne zaman kendi bildiğime bu kadar inandım diye sordum kendime.

Mesela sen sevgili okur, ayrık otu kaldığın bir toplantıda en son ne zaman kendine bu kadar inandın? 9 kişi aynı şeyi söylerken sesin titremeden kendi bakış açını ortaya koyabildin?

En son ne zaman aldığın kıyafeti kimsenin beğenmeyeceğini bile bile kendin için taşıyabildin?

Gezimizin en büyük sürprizlerinden biri muhteşem La Palau De La Musica‘da seyrettiğimiz klasik müzik konseriydi. İtiraf edeyim, biletleri aslında salonun güzelliği için almıştım ve Pazar sabahı ‘aile konseri’ dediğine göre dini motifli bir konser olur ilahili falan, sıkılınca çıkarız diye düşünmüştüm.

Ah bu önyargılar 🙂

Konser gerçekten aile konseriydi, tüm orkestra çocukların seveceği şekle sokmuştu konseri! Yahu klasik müzik konseri ne şekle sokulabilir ki diyenlere 2 videom var:

2. videoda şefin kıvırtmasına dikkatinizi çekerim 🙂 konser tiyatral bir yaklaşımla sunuldu, orkestra şefi ile diğer müzisyenlerin çeşitli atışmalarıyla güldürdü, şefin kolunu bacağını ve hatta kalçasını kullanarak abartıyla müzisyenleri yönetmesiyle çocuklara işini öğretmiş oldu.

Orkestra şefi ve sanatçılar gibi egoları yüksek kişilerin, sanatı sadece sanat için yapmayıp çocuklara sevdirme misyonu ile bu kadar ekstra çaba harcamaları çok etkileyici değil mi?

Tabii bende yeni sorular:

İşimiz yaparken işimizin ulaştığı müşteri kitlesini her seferinde tekrar gözden geçiriyor muyuz?

O kitleye göre bazen işimizi iyi yapıp yapmadığımızdan bağımsız olarak işimizi ‘özelleştiriyor muyuz?’

İşi yapmak mı yoksa karşı tarafın ihtiyacını karşılamak mı önemli? Bu soruyu kendimize soruyor muyuz? Gerekirse karşı tarafa göre şekil değiştiriyor muyuz?

Sorular, sorular…. Soru deyip geçmeyin. Selçuk Şirin hocanın twitterda verdiği son istatistiğe göre ‘critical thinking’ – sorgulayıcı düşünme yeteneğine sahip kişi oranımız Türkiye’de sadece %2’ymiş. Sorun, sorulmasını da teşvik edin 🙂

Fotoğrafların çoğu Casa Battlo’nun instagram hesabından, kendi çektiklerimden çok daha güzel oldukları için. Hesabı bence takip edin, gün içinde o rengarenk camlardan size de ilhamlar geliverebilir 🙂

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s