En kötü yönetici türü: ‘Ama aslında o çok iyi bir insaan’

İyi yönetici-kötü yönetici kıyaslaması ve tarifleri konusunda ne ilk ne son yazı bu. Annemizden babamızdan eşimizden dostumuzdan daha çok yöneticimizle görüşmeye devam ettiğimiz müddetçe (ki bu çalıştığımız müddetçe) bu konu soframızda meze olmaya devam edecek. İyi yöneticiyi ayıran da aslında duygusal zekası olacak, sadece her yeni yazıda bu farklı kelimelerle tanımlanıyor olacak. 

Bu yazıda ise değişik bir kavram var: Cici görünümlü kötü yöneticiler 🙂 Bu grup ‘gizli kötü’ yönetici grubu, ve duygusal zeka, yönetim becerileri gibi konuları tartışan yazılarda falan görünmeyen, zeytinyağı gibi suya sabuna karışmayan ama döküldüğü yeri temizlemesi zor olan yönetici grubu onlar. 

Baştan başlayalım,

Yöneticiler üçe ayrılırlar: Gestapo işkolikler, gerçek yöneticiler ve cici görünümlü kötü yöneticiler. 

Gestapo işkoliklerin önceliği iştir. İşin kendisinden, zoru başarmaktan, takdirden, hızdan zevk alır, hayatının önemli bir kısmı iştir, sorumluluk sahibi ve sonuç odaklıdır. O kadar sonuç odaklıdır ki, sonuçlara ulaşmak için etrafını kırıp geçirebilir. Geribildirimin en acısını sen ağzını açamadan yutturuverir. Rapora bir göz atıp olmamış bu diye bağırır. Nasılsın falan diye de sormaz. Ama insan, ama ilişkiler diyecek olsan cevabı hazırdır: ‘İş yapıyoruz biz burada bebek mi bakıyoruz.’ Zaten karşısındakinin niye bozulduğunu da anlamaz. Çalışırken çok yıpratıcı olabilen bu yönetici tipinin itiraf edelim çok iyi bir yanı vardır: gelişine atmaktan asla çekinmediği goller ve yüksek kalite çıtası yüzünden aslında çok şey öğrenirsin. Doğru sinir minir kalmayabilir geriye, uzun vadeli çalışıyorsan sinir hastası olman yakındır ancak hayatının en sert ancak en kalıcı derslerini ondan öğrenirsin, sağlam da dayak yediğin için hiç unutmazsın. O yöneticinin dersi ‘ay ben görselim şekerim, sen deneyselsin’ gibi öğrenme tarzları falan dinlemeden insanın beynine kazınıverir. 

Gerçek yöneticiler ise farklıdır. Çoğu gestapo işkoliklikten bir şok geribildirim veya omuzdan sarsılma sureti ile evrilmiştir. Sonuçları ve insan faktörünü dengeler, insan geliştirmeyi de sorumluluklarının ve önceliklerinin arasında sayar. Durumsal liderlik yapar, yeri gelir tamamen seninle ilgilenir ve seni geliştirmek uğruna hatalara göz yumar, eleştirilere göğüs gerer, gün gelir kriz anıdır otoriter liderliğe bürünür. Onunla çalışmak lükstür, çünkü az bulunur bu arkadaşlardan. Tüm Harvard Business Review dergileri bu ideal yöneticiyi tanımlar durur, tabii ‘ideal’ diye bir şey ütopik olduğundan yanına yaklaşana dahi gerçek yönetici demeliyiz biz. İnsan olarak çalışanına saygı duyar, sadece kendisinin değil çalışanının da geleceğini düşünür. Gerektiğinde geribildirim vermekten çekinmez, amacı seni geliştirmektir çünkü. Ancak gestapo işkolik gibi gelişine vurmaz, dolayısıyla bazen kırmamak adına iki ileri bir geri yapmak durumunda kalabilir. Güvenilir bir yöneticidir, üzerinde performans baskısı kurmadan performansını çok güzel yönetir. Güçlü yönlerini de parlatmayı, takdir etmeyi bilir. Orkestra şefi olduğunun bilinciyle herkesin iyi yönlerini kullanabildiği takımlar kurar. 

Gelelim cici görünümlü kötü yöneticilere. Bu arkadaşların önceliği iş mi insan mı merak ediyorsunuz değil mi? Bu arkadaşların önceliği ‘sevilmek‘tir. O nedenle de öncelikleri insan’mış gibi görünür. Oysa öncelikleri kendilerinden başka birşey değildir. Kendilerinin sevilmesi uğruna tüm yüzleşmelerden kaçınmak en belirgin özellikleridir. Bu yöneticilerden bir geribildirim veya eleştiri duymazsın, birebir olduğun yerlerde sana süpermen gibi davranır, ancak ne hikmetse ne yükselebilir ne de toplum içinde bir takdir duyabilirsin. Çünkü o eleştirilerini ‘seni kırmamak‘ için dillendirmemekte, arkanı döndüğünde başkalarıyla dedikodunu yapmaktadır. Sana yapmadığı her ‘güzellik’ için bir bahanesi hazırdır: ya bir üstü izin vermiyordur, ya İK var ya o İK izin vermiyordur, ya lastik patlamış ya şoför atlamıştır. Sana asla surat asmaz evet, ama hatalarını söylemediği için geliştirmez de. Asla bir fikrine hayır demez, ama sallamadığı için hayata da geçirmez. Hayat böyle akar gider, sen her daim hayatında iyi birşey bekler ama bahanelerle oyalanırsın. Sürekli aynı rutinin içinde kalır neden daha büyük sorumluluklar verilmediğini merak edersin. Bilmezsin ki seni geliştirmenin sorumluluğunu almaktan aciz yöneticin yeterli bulmadığı için sana iş vermiyor…. Ama öyle ‘iyi bi insan ki’ seni kırmamak için sana söylemiyor. Bir süre sonra yöneticin dışında herşeye düşman olursun: terfi eden yan departmandaki arkadaşına, şirkete, İK’ya… Yöneticin mi? Ona bayılmaya devam edersin. Soranlara küçük Emrah kaşlarınla cevabın hazırdır: 
IMG_2007.JPG

“Ama o çok iyi bir insaaaan”

Bu muhterem çok iyi insan, cici görünümlü kötü yönetici, olabilecek en kötü yönetici tipidir. Akmaz kokmaz bulaşmaz diye iletişim becerileri iyi sayılır. ‘Ama o çok iyi bi insaaan’ imajı yüzünden ve vermediği geribildirimlerin karşılığı 360lardan memnuniyet anketlerinden (duygusal Türk insanı sağolsun) alnının akıyla geçer. Yüzleşmediği için iyi bir takım arkadaşı zannedilir. Söylemediği problemleri çözmediği de görülmediğinden o yetkinlikten de yırtar. Zaten çözemediği bir konu olursa üstlerine de bahanesi hazırdır: ekibindeki arkadaşların kötülüğü 🙂 Hatta bu ekibe rağmen bu işleri çıkardığı için başarılı bile görülebilir!

Organizasyona ise en büyük zararı o verir: halının altına süpürülmüş problemler, organizasyona kızgın ve yerinde saymış çalışanlar, yedeklemede eksiklikler… 

Image courtasy: freedigitalphotos.net by artur84

En kötü yönetici türü: ‘Ama aslında o çok iyi bir insaan’” için bir yanıt

Yorum bırakın