Sınırlar kötü müdür gerçekten?

14000 kişinin katıldığı SHRM Kongresinde o seanstan bu seansa koştururken, bir ara yorgunluktan koridorlardaki koltuklardan birine çöktük. Zihin dolu olunca bazen insan sadece boş boş etrafına bakınabiliyor ya, hani zaman sadece senin için durmuş ve herkes daha da hızlı bir girdapta sürükleniyor hissi. Tam olarak o. Gelene geçene bakıyorum, ne kadar farklı tipler, bizim ortamlarımızda hani insanlar aynı mağaza aynı berberden çıkmış gibidir ya, Allahım ortalık nasıl oluyor da bu kadar birbirinden farklı insanlarla dolu oluyor diye düşünüyorum. Amerika yolculuklarının en sevdiğim yanlarından biridir bu. Farklı olunabileceğini ve farklı olmanın bir sorun olmadığını kanıtlar. Senin için tamamsa, başkalarının ne dediğinin çok da önemi yoktur, yolun ortasında rahat parmak arası terliklerini şık topuklularla değiştiren de ‘elalem ne der’ gölgeli bakışlarla etrafını kontrol etmez, pembe saçlılar da. Olduğun gibi, kendin olarak var olabileceğini hissedersin. 

Bir ara gözüm çok kilolu, obez katılımcılara takılıyor. Tabii ki bu çeşitlilik içinde onlar da varlar. Ve Amerika nüfusunun içindeki geniş yüzdelerini temsilen az da değiller. Pek çoğu elektrikli tekerlekli sandalye almışlar, mini motosiklet gibi, herkes bir sonraki seans için koştururken onlar bızzzzt yanından geçiveriyorlar.

Düşünüyorum. Zaman akmaya tekrar başladı, zihin düşünmeden kaç saniye durabiliyor ki? Profesyonel hayatta obez bir çalışan. Türkiye için gözümün önüne gelmiyor. Sonra seneler önce gazetede kilolu olduğu için işinden istifa ettirilen (o zaman mobbing kelimesi yoktu) birinin hikayesi geliyor. Burada ise gayet çoklar. 

Çoklar, çünkü sistem onları kabullenmek üzerine kurulu. 
— İşe girmek için özgeçmiş gönderdiğinizde resimsiz yolluyorsunuz, resimden ‘ayrımcılık-discrimination’ yapamasın işveren diye. 
— Her boyutta kıyafet bulabiliyorsunuz. Ve büyük beden kıyafet  bizdeki gibi annanne kıyafetlerinden hallice de değil, bir sürü marka aynı kolleksiyonun büyük beden versiyonunu da çalışıyor. 
— Kilonuz yürümenize engel mi? Al bir tekerlekli sandalye. Amerika ‘accessibility-erişilebilirlik’ konusunda sanırım dünyanın en gelişmiş ülkelerinden, engelliysen gözün kapalı gidebileceğin, ve obezler de bu kurulan sistemlerden (rampalar, asansörler, tiyatro salonlarında tekerlekli sandalyelere özel boşluklar. Hatta kongre salonlarından birinde 2 boşluk-2 normal koltuk diye düzenlemişlerdi, muhtemelen izole hissedilmesin diye) rahatça faydalanabiliyorlar. 

İşte sınır iyi midir kötü müdür paradoksu burada başlıyor. Kendin olmana izin veren bu muhteşem limitsizlik, insan olarak her zaman kendi iyiliğimiz için iyi olanı yapma iradesine sahip olmamamız yüzünden birden yarar değil zarar getirmeye başlıyor. İnsan mantığıyla karar verdiğini zanneden ama duygusal kararlarının esiri bir varlık (ilgili yazı). Ve mantığı kilonun zararlı olduğunu söylese de yemeye devam ediyor. 

Elimde bir istatistik yok, ancak Türkiye’de çalışmak zorunda olan nüfusta obezitenin ‘kabul edilebilir’ sınırlar içinde kaldığını zannediyorum. Bir adım ötesine geçmek işi riske atıyor çünkü. 

Benzer bir zihin egzersizi çalışma anlayışı üzerinde de yapılabilir. Özellikle şu canım yaz aylarında herkesin dilinde benzer cümleler dilekler, ay keşke yeterli param olsa da çalışmak zorunda olmasam.  Pek çok çalışan işe gitmeyi zorunluluk olarak görüyor. Peki işe gitmesen ne yapacaktın güzel kardeşim? Evlilik programları mı seyredecektin bütün gün? Salondaki koltukları mı tek tek ziyaret edecektin, biraz daha rahatsan başka arkadaşlarının evindeki koltukları, biraz daha rahatsan cafelerdeki, peki ne yapıyor olacaktın? Sohbet muhabbet… Gece başını yastığa koyduğunda bugün ne işe yaradım, ne anlam ürettim dediğinde cevabın ne olacaktı? Yok ben işim olmasa da üretirim diyenlere bir hafta evde oturup nasıl hızla tembelliğe adapte olduklarını gözlemlemelerini tavsiye eder, yukarıdaki cümleyi geri buraya kopyalarım: Kendin olmana izin veren bu muhteşem limitsizlik, insan olarak her zaman kendi iyiliğimiz için iyi olanı yapma iradesine sahip olmamamız yüzünden birden yarar değil zarar getirmeye başlıyor.

Demem o ki sayın okur, şu hayatta neye ne anlam yükleyeceğin senin seçimin. Bir kısım sınırlamaları ve zorunlulukları daha geniş bir perspektiften bakarak aslında iyiliğin için algılaman da mümkün, işini zorunluluk değil de hayata anlam katabilmek için bir fırsat olarak görmek de. Herşey bir seçim, ne anlam yükleyeceğini sen seç, ve bu seçiminin duyguların üzerinde etkisini farket. İşe gitmeye zorunluluk olarak bakmayı seçersen monotonluk ve tatminsizliği bu kararınla hayatına sen çekersin, hayata anlam katmak olarak bakmayı seçersen de (bugün ne yapabilirim, burada yapamıyorsam nerede yapabilirim) merak ve arayışın getirdiği adrenalini…

20140801-100457-36297310.jpg

Photo credit: freedigitalphotos.net, Anoop Krishnan

Reklam

Sınırlar kötü müdür gerçekten?’ için 3 yanıt

      1. Bence de bozmadığın iyi olmuş. Hatta ikinci kısım muhteşem olmuş. Benim savaşını verdiğim ama insanların kabullenmesinin güç olduğu bir konu. Emeğine sağlık.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s