Her sene heyecanla beklediğim İK Zirvesi biteli 2 gün oldu, ama her konferanstan sonra yayınladığım özet ve çıkarımlar yazısını yazamadım. Yazamadım çünkü bu zirveye dair sezdiklerimi abartıyor muyum diye tartmak istedim. Sonuç: bence abartmıyorum diyorum ve başlıyorum.
Zirvenin teması enerjiyi yaratanlar olmasına rağmen asıl konusu iletişimdi. Hem de en basitinden iletişim. Bildiğiniz dinlemek, değer vermek, anlamaya çalışmak, gerçekten duymak anlamında iletişim. Duyguları anlamak ve ona göre cevap vermek anlamında iletişim. İnsanın makina olmadığını o nedenle de tek tip tavır ve mesajla yetinmeyeceğini anlayan tarzda iletişim. İlk günün sonuna doğru düşünmeye başladım. Bu zirveyi hazırlayan ekip, sadece zirve hazırlamaktan sorumlu bir ekip değil. Türkiye’nin önde gelen ve pek çok büyük şirketle çalışan danışman firmalarından MCT Danışmanlık hazırlıyor zirveyi. Pek çok şirketin İK ve yönetim sistemlerini kuran MCT Danışmanlık. Ve bize sahneden bağıra bağıra diyorlar ki:
Arkadaşlar, hepiniz sistem peşindesiniz ama sistemleriniz çalışmıyor, yıkılıyorlar çünkü en önemli kirişiniz eksik: iletişemiyorsunuz!
Evet sistem bakış açısı ve sistemsel yaklaşım tabii ki olmalı, ancak belli ki pek çok şirket iletişim konusunda sınıfta kalıyor ve bu da sistemsel yaklaşımda istedikleri noktanın çok gerisinde kalıyor. (Ve ekibin ‘kral çıplak’ deme cesaretlerini de not edelim)
Bu gerçeği sahnede en güzel vurgulayan, normal bir insanın en az yarım günde anlatabileceği bir dünya makro içgörüyü ve danışmanlık tecrübesini tarif edemeyeceğim bir yalınlık ve ustalıkla harmanlayıp anlatan Fazıl Oral’dı (zirvenin en iyi konuşmacısıydı). Bir şirkete girdiğinde ilk duyduğu cümlenin ‘biz farklıyız’ olduğunu söyledi ve şu soruyu sordu: “Madem farklısınız problemleriniz niye aynı kardeşim?” Pek çok şirket yöneticisinin büyük paralar ödenerek alınan danışmanlık hizmetleri sonucunda hiç bir aksiyon almadığını, bırakın aksiyon almayı hazırlanan raporları dahi okumadığını anlattı. İş dünyasının rakam ve metriklere boğulmaktan en basit insani sorunları gözden kaçıran veya yok sayan, ve başa çıkamayan bir dünya olduğunu anlattı.
Zirvede bir diğer öne çıkan kavram yaratıcılıktı. Tony Buzan hepimizi yaratıcı olduğumuza, bir zamanlar şiir yazdığımızı hatırlatarak ikna etti. Görselliğin, çocuk kalmanın, başkalarının ne diyeceğini önemsememenin yaratıcılığı beslediği vurgulandı. Fazıl Oral’dan dağınıklık, sıkılma ve hata yapmanın korkunç şeyler değil yaratıcılık göstergesi olduğunu duyup rahatlamayan var mıdır 🙂 En yaratıcı hissettiğin yer sorusunun cevabı ofis olmuyor, cevaplar genelde doğa, spor, sosyalleşme üzerinde yoğunlaşıyor ve büyük şirketler bu ortamları ofise taşıyorlar. Kursty Groves’un sunumunda pek çok şirketin dağınıklığın aslında yaratıcılıkla bağlantılı olduğunu kabullenerek çalışanların masaları ve kübikleri konusunda ‘uçmalarına’ izin verdiğinin, çalışanların birbirlerine daha sık rastlayıp çok sohbet etmesi için ortamlar tasarladığının örneklerini gördük. Ofiste sohbet edenlere kötü bakılıp uyarıldığı zamanlardan, daha da çok sohbet edilsin diye ortam yaratılan zamanlara yolculuk 😉
Bir diğer kaydadeğer nokta, İK Direktörlerinin başka şapkalarıyla sahnede olmalarıydı. Binnur Zaimler’in astroloji sunumu ve Ece Süeren Ok’un ekibiyle Zumba dansı yapması, yaratıcılığımızın ve farklı renklerimizin giderek daha şeffafça yaşandığı bir dünyaya dönüştüğümüzü kanıtlar gibiydi.
Tabii y jenerasyonu yine en çok konuştuğumuz konular arasındaydı. “Saygı artık kazanılması gereken bir kavram, yaşla veya pozisyonla gelmiyor” dedi Mehmet Namık Aydın. Jean Twenge ‘ben’ kelimesinin kullanımının, bireyselliğin ve narsistliğin önemli ölçüde artmasından, yeni neslin parayı sevip para için çalışmayı sevmemesinden bahsetti – asıl zorluk burada yatıyor.
Y neslinden bahsederken tabii diğer jenerasyonlar da konuşuldu ve beni en etkileyen şu 2 anlatım oldu:
-
– Mehmet Namık Aydın jenerasyon farklarının yönetilmesinde somut öneri olarak ‘yöneticilerin gelişme ihtimalinin olduğunun benimsetilmesi’nden bahsetti
– Zerrin Başer şu anki yöneticilerin ‘hiyerarşiden hoşlanmadığını söyleyen ama dibine kadar hiyerarşik çalışan’ kişiler olduğunu (ve dinleyiciler de kıkırdaşarak onayladılar diyebilirim)
Bu iki tespit bile şu anki yönetici profilinin olması gerekenden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor diye düşünüyorum.
Tabii bu noktada aklımdan şu geçiyor: bu bir İK zirvesi değil. Bu bir yönetim zirvesi, insan yöneten herkese faydalı olacak, insan yönetimi zirvesi. Dünyası kendi çalıştığı şirketle sınırlı yöneticilerin, sahneden gösterilen aynada, kendilerini olması gerekene kıyasla görebilecekleri bir zirve. İK’yı İK’ya bırakmamanın gerekliliğini anlamış bir dünydana bu zirvenin adının İnsan Yönetimi Zirvesi olmasını öneriyorum. (Bu noktada geçen seneki yazıma baktım aynı şeyi geçen sene de yazmışım.)
Diyorum ve sizi Fazıl Oral’ın önerileriyle başbaşa bırakıyorum:
[…] Her sene heyecanla beklediğim İK Zirvesi biteli 2 gün oldu, ama her konferanstan sonra yayınladığım özet ve çıkarımlar yazısını yazamadım. Yazamadım çünkü bu zirveye dair sezdiklerimi abartıyor muyum diye tartmak istedim.Sonuç: bence abartmıyorum diyorum ve başlıyorum…..DEVAMI İÇİN […]